ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

ARDAHAN TARİHİ

Yukarı Kura boylarının, yazılı belgelerde anılarak "'Tarih Çağı’na girmesi, "İlk Türklerden sayılan ve Sümerlilerle soydaş olan "yuvarlak başlı (Brakisefal), bitişken-dilli Hunilerin" torunlarının Van Gölü çevresinde güçlü bir devlet kurmaları zamanında görülmektedir. Sümerlilerin icat ettiği çivi yazısını kullanan, Van Gölü çevresindeki bu devletin ülkesine, Güney komşuları Asurlular, M.Ö.1280 yılından beri "Yukarı El-Ulke" anlamında "Ur-Artu" diyorlardı. Urartular ise baş tanrılarına göre kendilerini "Khaldi" diye anıyorlardı. Eski Van (Tuşpa) şehrini merkez edinen Urartulardan Kral II. Sardur (M.Ö. 753-735), Çıldır Gölü Güneybatısındaki Taşköprü Köyü kayalığına kazdırdığı buraların fethi­ni anlatan yazıtında, Çıldır-Ardahan ve çevresini, "Ukhiemani" beyliğinden aldığını anlatır.
 Başka bir yazıtında da Çoruh Irmağı boyunda (Bayburt'tan Batum'a kadar, Artvin ve Ardanuç dahil) "Kulhi" ad­lı güçlü bir kavmi yendiğinden bahseder. II. Sardur'un yazıtlarında yer alan her iki kavim de, Aryani (Ortaasya) kökenli kavimlerdir. II. Sardur'un oğlu Kral I. Rusa/Ursa (753-713) zamanında, Kafkaslar ve Karadeniz'in Kuzeyinde M.Ö.2000 yılından beri yaşayan ve sonraki Hazar ve Bulgar Türklerinin mensubu bulunduğu "Kıpçak-lar'm ataları olan "Kimmerlerin" ülkesi, aynı soydan gelen "Sakalar'in akınına uğramıştı. Saka (İskit) Türkleri M.Ö. 720 yılında Kimmerlerin Doğu kolunu Kafkas sıradağlarının Güneyine sürdüler. Sarı saçlı, kumral, gök gözlü Kuman/Kıpçak tipinde olan Kimmerlerin İskit Türkleri'nin önünde Kura, Çoruh, Araş ve Yukarı Fırat ırmakları boyuna yayılarak yerleşmeleriyle Ardahan'ı da içerisine alan böl­gede,

1124 yılında Kıpçaklar Erzurum'daki Saltuklu Emirliğine bağlı Çavakhet'ten (Ardahan ve Artvin kesimi dahil) İspir'e kadar hudut sayılan yerleri alıp buralara yerleştirildiler. Böylece 1118 ve müte­akip yıllarda gelip yerleşenlere eski Kıpçak, 1195 ve sonrasında gelenlere ise yeni Kıpçak denmeğe başlandı. Bu çağda Ardahan-Ahıska Kıpçaklarının beyi "Beka" (Türkçe Böke/Ejder), Posof taki Cak-su Kalesinde oturuyordu. 1225 yılında Harezmşah hükümdarı Çelaleddin Mengüberti, komşu Müslüman ülkelere akınlar yaparak çok zararlar veren Apkaz-Gürcistan ordularını Haziran 1225'te Revan'ın güneyinde Gerni'de yenmiş ve Ardahan ile Kars'ı almıştı. 1239'da Moğol Cengiz İmparatorluğunun İran Genel Valisi Baycu Noyan, Ardahan'ı da içine alan bütün Araş ve Kura boylarını fethedip buraları Cengiz İmparatorluğu'na tabi kıldı. 1243 Kösedağ sa­vaşında yararlılığı görülen Caklı Sargis'e Ardahan ve Ahıska hakimliği verildi.
1334'te T. Beka'nın torunu I. Korkore Atabek unvanını alarak İlhanlılar ve Celayırlılardan sonra Karakoyunlular'a tabi oldu. Böylece Ardahan ve çevresinde Karakoyunlular dönemi başlamış oldu. 1386'da Kars'ı uzun ve zorlu bir kuşatmadan sonra alabilen ve aldıktan sonra yağma ettiren Timur, ordusuyla Tiflis'e giderken Ardahan'da bulunan Kıpçaklı Atabekler de ona tabi oldu. 1405'te Timurmur'un ölümünden sonra Atabekler ülkesi yine Karakoyunlular'a tabi oldu. O zaman Ardahan ve çev­resi Nahçıvan Valiliğine bağlı olduğundan buraların haracı oraya ödeniyordu. 1463'te Karakoyunlular, kendilerini sıkıştıran Apkaz Kralına karşı Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'dan yardım istediler. Uzun Hasan, Temür Bek idaresindeki bir orduyu yardıma gönderdi. Ka­rakoyunlular, Akkoyunlular'ın yardımıyla düşmanlarını mağlûp ettiler ve Ardahan dahil idarelerin-deki yerler Akkoyunlular'a tabi oldu. 




1479'da bu beş Atabeklikten üçüncüsü Fatih döneminde Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Trabzon sancağına bağlanan bu Atabekliğin halkı da gönüllü Müslüman olmaya başladı. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine giderken Çıldır'dan İspir'e kadar olan yerlere hükmeden Caklı Mirza Çabuk Bey sefer gidişi ve dönüşü esnasında Osmanlı ordusuna önemli ölçü­de iaşe yardımında bulundu. 1551'de Erzurum Beylerbeyi Sarı İskender Paşa ordusuyla Şah Tahsmab'a bağlı Atabek II. Kayhus-rev'in ülkesine yürüdü. 13 Mayıs'ta Ardanuç fethedildi. Ana koldan ilerleyen Paşa, Göle, Hanak, Ar­dahan ve Hoçuvan kesimlerini alarak, Osmanlı hududunu Çıldır ile Poskhov'da Kısır ve Ilgar dağla­rına dayadı. Atabekler hükümetinin son yurdu III. Sultan Murad çağında Safevi-Osmanlı savaşları sonucunda Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Diyarbekir'den getirilen Osmanlı Devleti'ne sadık Kürt aşiretleri Göle ve Hoçuvan'a yerleştirildi. Bu aşiretlerin kökeni de anonim Oğuz kaynakları Şerefname ve îskender-name'ye göre Oğuzlara dayanmaktadır.
 8 Ağustos 1578'de yüz bin kişilik ordu ile Ardahan'dan çıkan Serdar Lala Mustafa Paşa, İran'ın Çıl­dır hududundaki Begrehatun düzünde konakladı. Bu sırada İranlıların hakimiyetine yüz çeviren ve iki oğlu ile Altım Kal'a hakimesi olarak Adigön'de bulunan, Atabek II. Khushurev'in ölümüyle dul kalan Dedis İmed Hatun'un elçisi ve itaatnamesi Serdar'a ulaştı. Serdar'ın emriyle o gün şafakla Poskhov'a giren Ardahan Sancakbeyi Abdurrahman, Vale kalasını da savaşsız fethetti. 9 Ağustos 1578 sabahı hududu geçip Şeytan Kalesi'ni topla alan Osmanlı Ordusu ilerlerken, gece­ den pusuya yatmış kalabalık İran ordusuyla Çıldır Gölünün Kuzeyindeki düzlükte kanlı bir savaşa gir­di. Muharebeyi Osmanlı ordusu kazandı. Çıldır Meydan Muharebesi, 1514 Çaldıran Savaşından beri İran'la yapılan ikinci muharebeydi. Aynı gün Abdurrahman Beyin Ardahan Sancağı hdaki askerleri Ahıska, Tümük, Hırtıs ve Ahılkclck kalelerini işgal etti; 
bu arada Çıldır Akçakale'si de alındı. Lala Mustafa Paşa, itaat edip Müslüman olan İmed Hatun'un Müslüman olan oğluna Mustafa adını verdi. Anadilleri temiz Türkçe olan Atabekler Ülkesi halkı da Müslüman oldu. Bundan sonra kurulup geli­şen Ahıska ve Ardahan medreselerinden birçok şair, bilgin, paşa yetişti. Çıldır Eyaleti 1647'de Evliya Çelebi'nin tanık olarak belirttiği gibi, Anadolu'nun İran hududunda erler yatağı olarak serhadlık et­ ti. Bu durum 1828 deki Rus istilâsına kadar sürdü. Ayrıca bölgenin Ardahan Sancağı ke­siminin, "Bun-Türkler" (Otokton-Yerli Türkler) tarafından idare edildiğini yazmaktadır. Bartatua'nın oğlu (bazı kaynaklara göre torunu) ilk Türk Cihangiri Afrasyab unvanlı Alp-Er Tun-ga olup Karpat dağlarından Doğuda Çin'e kadar Doğu Avrupa ile Asya'ya hakim olmuştu. Çinlilerin "Su", Hintlilerin "Sakya", Heredot Tarihinde "Basilik", Ermeni ve Süryani kaynaklarının dedikleri Sa-ka-İskit Türklerinin Ardahan Sancağı kesimine yerleşen Urugları şunlardır:


Ardahan ve çevresi kesin olarak 1573 tarihinden itibaren Osmanlı topraklarına tamamen katılmış­tır. 1552 tarihli Terakki Defterinde, Ardahan'ı ilk defa Sancak olarak görüyoruz. 1554 tarihinde ise Ardahan Sancak Beyi olarak Mehmed Beyin adı zikredilmektedir. Bu durumda Ardahan Sancağının ilk sancak beyi olarak Mehmed Beyi kabul etmek durumundayız. Hicri 963, Miladî 1 Aralık 1555'te Meh­med Bey Hınıs Sancağına tayin edilmiştir; ne var ki yerine Ardahan'a kimin atandığı belli değildir. 1558 tarihli Terakki Defterlerine göre 1558 yılında Ardahan'a Ardanuç Sancakbeyi Kara Mehmed Bey'in tayin olunduğunu tespit ediyoruz. Bu kayıtlardan ve daha sonra yapılan atamalardan anlaşıla­cağı gibi Ardahan Sancağı, Ocaklık Sancaklık olamayıp, normal sancaklar statüsündeydi. Ardahan'ın Sancak olmasını müteakip tahrir edildiği anlaşılıyor. Nitekim Başbakanlık Arşivindeki 313 numaralı tapu defterinde, 
Ardahan Sancağının Erzurum zaimlerinden Ömer tarafından Tecdid-i Kitabet edildiğini ve bu sancağın dirliklerinin 1557'den itibaren Defter-i Cedidi-i Hakani'ye (Yeni defter) kaydedildiğini ve sahiplerinin ellerine tezkere (İşletme ve İşleme Ruhsatnamesi/bir nevi ta­pu) verildiğini tespit ediyoruz. Sancağın dirliklerinin tespit edildiği bu defterde ayrı birer Sancak olan Kamhıs ve Peneskired'in de Ardahan'a bağlandığını görüyoruz. Ardahan Sancağında 1574 yılında ikinci bir tahririn (arazi düzenlenmesi) yapıldığım görüyoruz. 1575 tarihinden itibaren Ardahan Sancağının, Ardahan-ı Büzürg yani Büyük Ardahan adını aldı­ğını görmekteyiz. Ardahan Kalesinin 1559'dan itibaren inşa edilmeye başlandığını ve kalenin tam ola­rak 1578 yılında bugünkü şekline kavuştuğunu görmekteyiz. Ardahan Kalesinin Batıdaki büyük kapı­sında bulunan 65x71 cm'lik sert kızıl taş üzerine kabartma nesih yazı ile üç satırlık kitabe de Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatının son zamanlarında konulmuştur. Kitabede şu ifade edilmektedir



Liva-ı Ardahan-ı Büzürg 4-Nahiye-i Güney der Liva-ı Poskhov 5-Karye-i Hamaş der Liva-ı Ardahan-ı Büzürg 6-Nahiye-i Germücük der Liva-ı Ardahan-ı Küçük 7-Karye-i Çardak der Liva-ı Ardahan-ı Küçük Bu örnekler ile XVIII. yüzyıl başlarında Ardahan ve çevresi hakkında özellikle yerleşim yerleri açı­sından fikir edinebilmemiz mümkün olabilmektedir. 1694 ile 1732 yılları arasında bu yerlerde isim­leri geçen kişilerden bazıları şöyledir: Süleyman, Mehmed, Ahmed, Mustafa Veled-i Mehmed, İsmail, Osman Mirza, Abdal, Mehmed, Mah-mud, Resul, Hızır, Abdülbaki Veled-i Derviş, Ali Mirza, İdris, Abdurrahman, İdris Veled-i Süleyman. Bu defterde, diğerlerinde görüldüğü gibi Ocaklık, Yurtluk ve çiftlik olarak verilen araziler de mev­cuttur. Gelir ise 22.000 akçe ile sınırlı kalmaktadır.

1791 yılında Çıldır Beylerbeyi Süleyman Paşa'nm aniden ölümü üzerine yerine îshak Paşa getiril­di. Çıldır Beylerbeyliğine İshak Paşa'nın getirilmesi Ardahan da dahil olmak üzere Çıldır'a bağlı bu­lunan Sancaklar ve buralar ahalisinin hiç hoşuna gitmedi. İshak Paşanın tepki çekmesine neden olan en önemli olay askeri birliklerin içerisinde Hıristiyanları da kullanmak istemesidir. Tepkilerden bu­nalan İshak Paşa Ardahan Kalesine geldi ama kendisini istemeyen ahali tarafından şehre sokulmadı. Diğer Sancaklarda Ardahan örneğinde olduğu gibi birlikte hareket ederek İstanbul'a şikayet üzerine şikayet göndermeye başladılar. Neticede İshak Paşa görevden alınarak yerine Şerif Paşa atandı. Adı geçen bu İshak Paşa bugün Doğubayezid'de bulunan İshak Paşa sarayını yaptıran ve ona adını veren kişidir.


* Hezarfen Hüseyin Efendi Eyalet-i Çıldır ve Ardahan hakkında şu bilgileri yazmaktadır. "Liva-yı Ardahan-ı Büzürg; Hass mir-i liva, ber vech-i yurdluk ve ocaklık, dörtyüzaltmışiki bin akçadır. Ze­amet dokuz, tımar yüzseksenaltı." Evliya Çelebi de Erzurum 'da gümrük görevlisiyken Ardahan ve dolaylarını görmüş ve gezi, notlarında yöreye ait bilgiler vermiştir. Kara Ardahan, Göle ve Kazan hakkında şunları kaydetmektedir. "Kara Ardahan Kalesi Se­lim Hanı evvel fethidir. Çıldır Ey aleti 'nde Sancak Beyi tahtıdır. Beyinin hassı 200.000 akçedir: Sancağında 8 tımar, 87'zeamet vardır. Alabeyisi, çeribaşısı, dizdarı ve 200 kalfa neferatı vardır. Beyin atlılar ile 1000 kadar askeri olur. 150 akçalık paye ile şerif kazadır. Nakibul Eşrafı yoktur. Müflisi Ahtska 'dadır. Kalesi yalçın bir kaya üzerinde kare şeklinde Şeddadi bir kaledir. Bir taraftan havalesi yoktur. Yet mişiki kulesi, üç kapısı vardır. Ardahan çevresinde olan kaleler;
 Vale, Gümek, Acaris, Kinzo, Kazan Kalesi. Bu kalelerin hepsi Lala Paşa fethidir. Mektepleri, çarşıları ve hanları vardır. Su ve havası soğuktur. Bağ ve bahçe­leri görünmez. Meyve ve sebzesi Tortum ve Acara'dan gelmektedir. Ardahan ahalisi mümin sünnet ehli ve garip dostu insanlardır. Ekserisi tarımla uğraşmaktadır. Dağlarında güzel meyvesi olur. Bu kale Erzurum 'un kuzeyin­de beş konaklık yerdedir. Ardahan, Kars 'a da bir konaktır." Evliya Çelebî Ardahan'dan sonra Küçük Ardahan'ın merkezi Göle'ye dair de şunları anlatmakta­dır. "Buradan yine batıya taşlık yerlerden geçerek, Göle kalesine geldik. Ahıska toprağında Gürcistan Beylerinden Levend Han binasıdır. Tahrir, Selim Han üzre Çıldır Eyaletinde sancak beyi tahtıdır. Beyinin hass-ı Hümayu­nu, kanun üzre 300.000 akçadır. Alaybeyi, Çeribaşısı kale dizdarı ve askerleri vardır. Kale Selim Han fethi olup, yalçın bir kaya üzerindedir. 150 akçalık kazadır. Camii ve hanı, hamamı vardır." Ardahan, Kars, Ahıska ve Çıldır gibi merkezler yine bu asrın sonunda merkezden atamalar yoluy­la idare edilmiştir. Bazen ocaklık ve yurtluk sahibi ve ahalinin "Atabey" diye isimlendirdiği kimseler de yönetimde yer almışlardır. Bunlar XVIII. yüzyılda bir ekol teşkil etmişler ve sosyal hayata damgaları­nı vurmuşlardır.
İLK RUS İSTİLASI (1828-1829) 1829'da Ardahan, Kars, Ahıska ve Erzurum dolaylarında ön plâna çıkan bir komutan vardır. Bu ko­mutan, Salih Paşa'dır. Rus generali Paskeviç, Kaçar hanedanını mağlûp edip Revan'ı (Erivan) aldık­tan sonra buralara Ermeni göçü başladı. Bugünkü Büyük Ermenistan hayalinin kökleri Revan'm düş­mesinden sonra Ruslarca başlatılan iskân politikasına dayanmaktadır. Batıya doğru ilerleyen Paskeviç Ahıska'yı kuşattı. Kahramanca direnen Ahıska halkı, gıda ve iaşesinin bitmesi neticesinde Ruslar'a teslim oldu. 17 Ağustos 1828'de Ahıska'ya giren Ruslar, şehri yerle bir ettiler ve halka akla gelmedik zulümler yaptılar. Kars'ı ele geçiren Ruslar bu sefer Ardahan'ı da ele geçirmenin plânlarını yapmaya başladılar. Zira Ardahan, Erzurum'a giden yol üzerinde idi. Ordu Komutanının emri ile Ardahan üzerine yürüyen Genaral Muravyev, 22 Ağustos 1828'de şehri aldı. Böylece Ardahan ilk işgal acısıyla tanışmış oluyor­du. Ardahan'ın düşmesinde, muhtemelen Ahıska'nın düştüğü feci durum önemli rol oynamıştı. Rus dehşetinden korkan Aıdahanlılar canlarını kurtarabilmek için yurtlarını terk etmek zorunda kalmış­lar, Oltu-Narman üzerinden Erzurum'a bir sel gibi akmışlardı. 1829'da Ardahan ve çevresinde savaşlar yeniden başladı. 
EDİRNE ANTLAŞMASI (14 Eylül 1829) Edirne Antlaşması, bölgedeki savaşa fiili olarak son verdi. Çıldır, Ahıska, Ahılkelek savaş tazmina­tı olarak Rusya'ya terk edildi. Buna karşılık Ardahan, Göle, Oltu, Poskhov, Şavşat, Livana Osmanlıla­ra geri veriliyordu. Bu antlaşmadan sonra Ruslar, Ermenileri sınır gerisine çekmeye başladılar. Asıl amaçları Ardahan ve Kars karşısında tampon hudut teşkil etmekti. Edirne antlaşması, Ardahan için yeni bir devrin başlamasına sebep olmuştu. Çünkü Ahıska ve Ahıl­kelek'in Rusların eline geçmesiyle Ardahan Osmanlı devletinin kuzeydoğudaki son toprağı yani Ser­hat Şehri durumuna düşmüştü. Artık bu tarihten sonra Türk topraklarına gelecek ilk saldırıyı Arda­han göğüsleme durumunda olacaktı. Bu dönemi Ulemadan Ahmet Dursun Efendi, Natıkî mahlasıy-la yazdığı şiirlerinde işlemektedir. Bu şiirlerin bulunduğu yazma bugün Beyazıd Devlet Kütüphane­si'nin Türkçe Yazmalar bölümünde 1225 sayılı tasnifinde bulunmaktadır.
İKİNCİ RUS İSTİLÂSI (1855-1856) Osmanlılar muhtemel bir Rus tehlikesine karşı devrin en geçilmez savunma hatlarını Ardahan-Kars ve Erzurum hattında inşa etmeye başladılar. Çarlık ordusunun karargâhı ise 1829 sözleşmesi ile Rusya'ya bırakılan Ahıska'da bulunuyordu. Ardahan'daki Osmanlı Komutanı Ali Paşa idi. Karade­niz'deki Rus-Osmanlı mücadelesi Ardahan'ın bulunduğu bölgede yeni bir Osmanlı-Rus savaşının çık­masına neden oldu. Sinop'ta Osmanlı Donanması Ruslarca yakılınca devlet Rusya'ya savaş ilân etti. Özellikle bu sırada Avrupa basını bölgedeki Rus-Osmanlı çekişmesiyle yakından ilgileniyor, Ardahan ve etrafındaki durumu Rus kaynaklarına dayanarak okuyucularına ulaştırıyorlardı. Ardahan'daki Os­manlı kuvvetleri tam bir teyakkuz halindeydiler. 24 Mayıs 1855'te Genaral Muravyev, sınır noktası Arpaçay'ı geçti. Çok kanlı çatışmalara sahne ola­cak Kars Kalesi kuşatıldı. Rusların bir kolu da Erzurum istikametine yöneldi. Hemen hemen bütün Doğudaki harp hali Ardahan için endişe verici idi. Nitekim Kars'tan gönderilen ve Ahıska'dan gelen kuvvetlerle birleşen Ruslar Ardahan'ı ele geçirdiler.
26
 Osmanlı kuvvetleri zorunlu olarak Göle'ye ora­dan da Oltu'ya çekildiler. Ardahan yıllar sonra bir Ramazan ayının sonlarında Rus çarlık ordularının kahredici pençesine düştü (11 Haziran 1855). Osmanlı kaynaklarında bu dönemde Ardahan'ın el de­ğiştirmesine ilişkin şu bilgiler verilmektedir: "Ardahan Garnizonu, ana kuvvetlerle irtibatın kesildiğini görünce, kaleyi terk etti. Ardahanlılar kendi başla­rına kaldıklarını görünce 11 Haziran'da fazla kan dökülmesini engellemek için teslim olmaya karar verdiler. Ge­neral Kovalevskiy bunu kabul etti. Kalenin eski bedenleri tahrip edildi. Askerî düzene ait ne varsa yıkıldı. Böyle­ce Ardahan Rusların eline geçmiş oldu." Osmanlı-Rus savaşında, Ardahanlılardan Hacı Hüseyin Paşa ve kardeşi Hasan Bey'in gösterdiği kahramanlıklar bölge ahalisi tarafından takdirle karşılanmıştır. Birkaç gün sonra İstanbul'daki Takvim-i Vekayii gazetesi Ardahan'ın düşüşünü "çok acı bir haber" şeklinde okuyucularına duyurdu. Serasker Zarif Paşa da hatıralarında, Ardahan'ın düşüşünü, "istanbul, kapısız kaldı" şeklinde dile ge­tirmektedir. Osmanlı orduları, Çarlık orduları karşısında bir önceki savaşta olduğu gibi yine bütün cephelerde yenilince, devlet acilen barış istedi ve taraflar Paris'te barış masasına oturdular.


ÜÇÜNCÜ RUS İSTİLASI (1877-1878) XIX. yüzyılın son yarısında korunma yapılarından kaleler önemini kaybetmeye başladı. Artık yer­leşim merkezleri ve önemli merkezler tabya denilen yapılarla korunmaya başlandı. Osmanlı Devleti'nde de boğazlar ve sınırlarda bu tür yapılara ihtiyaç duyuldu. Batum, Erzurum, Kars ve Ardahan'da Tabya denilen tahkimli yapılar kuruldu. Ardahan'daki tabyaların sayısı Kars ve Erzurum'dakinden azdı. En stratejik noktalara para ve in­san gücü seferber edilerek büyük tabyalar yapıldı. Ardahan civarına yapılan tabyaların hepsi Ardahan Kalesinin Güney, Doğu ve Kuzey istikametinde olup, şehre ve Kura düzlüğüne hakim idi. înşa edilen bu tabyaların isimleri şöyle idi: Ramazan, Emiroğlu, Senger, Kaz, Kaya tabyaları. Rus komutanı Devel, 27 Nisan 1877'de Çıldır'ın merkezi Zurzuna'yı ele geçirdi. Oradan Arda­han'a doğru ilerledi. Bu esnada Posof da bir başka Rus kolu tarafından ele geçirilmişti. Genel hücum, 16 Mayıs 1877'de başlatıldı. Osmanlı ordusunun mukavemeti yetersiz kalınca Ruslar,
 Ardahan'a doğ­ru ilerlemeye başladılar. Gölebert Tepesini de geçen Rus ordusu Ardahan Kalesi'ni yakından muha­saraya aldı. Ardahan komutanı Hüseyin Sabri Paşa, Gölebert Tepesinin kaybedilmesinden sonra, 16 Mayıs'ı 17 Mayıs'a bağlayan gece, beklenmedik bir kararla Ardahan'ı boşalttı. Kalede kalan Mehmet Bey, Ruslara direnme kararında yok. Fakat Ermeniler, yine hıyanetlerini göstererek kumandanın, as­kerlerin çoğu ile şehri boşalttığını Ruslara haber verdiler. Az sayıdaki Türk askerinin direnişi fayda vermedi. Ruslar Ardahan'a girdiler (17 Mayıs 1877). Ardahan'ın yönetimi Albay Komarov'a bırakıldı. Böylece Ardahan'da 40 yıl sürecek olan esaret ve hasret dönemi başlamış oluyordu. Ardahan'ın düşmesinin sorumlusu olarak gösterilen Hüseyin Sabri Paşa, Divan-ı Harp'te yargılan­dı ve suçlu görülerek sürgüne gönderildi.

93 Harbi sonucunda Kars ve Erzurum Rus pençesine düştü, Ardahan'da istila edildi. 3 Mart 1878'de İstanbul'un banliyösü durumundaki Yeşilköy'de Ayestefanos'ta Osmanlı ve Rus tarafları bir araya gelerek Yeşilköy antlaşmasını imzaladılar. Buna göre Kars, Ardahan, Batum ve Eleşkirt savaş taz­minatı olarak Rusya'ya bırakılıyordu. Böylece kara günler ve vatan hasreti başlamış oluyordu. Gerçekten de binlerce yıllık Türk diyarı Serhat Ardahan'ın düşüşü bütün Türk kamuoyunda bü­yük infial uyandırmıştı. Ardahan'ı topraklarına katan Ruslar, şehri bir vali aracılığıyla yönetmeye başladılar. Bu tarihten sonra kurtuluşa kadar Ardahan tarihinde kayda geçen hadiseler ve iz bırakan olaylar, birtakım kurak­lık ve kıtlık olaylarıdır. Örneğin 1895 yılında Meşe Ardahan tarafında vuku bulan bir dolu hadisesi halkı önemli ölçüde maddî ve manevî zarara uğratmıştır. Hanak'lı Halk Şairi Ahmet Mazlumî, bu ola­yı destan şeklinde dile getirmiştir. 1907 yılında yurt çapında meydana gelen bir kuraklık Ardahan'da da hissedilmiş, yemsizlikten bü­
olmuş, zaten ekonomik açıdan fakir olan bölge halkı için hayatı daha da zorlaştırmıştır. 1878 Ardahan'ın Rusların eline geçmesinden sonra haritalar düzenlendi ve Kars-Aidahan, Çar'ın topraklan arasında gösterilmeye başlandı. 1912 yılında Osmanlı ve Rus temsilcileri bir araya gelerek kesin sınırları bir daha tespit ettiler. 1912 sınırlarından sonra karakol noktaları bir daha belirlendi. Artık Kars ve Ardahan gibi yerlerden Erzurum'a gidilmesi için pasaport alınması gerekiyordu. 1068 güzünde iç karışıklıkları yatıştıran Sultan Alparslan, II. Batı Seferine çıkarken, barışı bozup Bizans'ın kışkırtmasıyla akınlara başlayan Apkaz-Kartli Kralı IV. Bagrat'ın ülkesine yöneldi. Tiflis'i Ca-feroğulları Emirliği'nden alıp, orada kışladıktan sonra 1069'da karlar erirken ordusuyla Ardahan'a geldi. Buradan kuzeyde Meşe Ardahan/Vardosan (Yamaçyolu) çevresine gelince (bugün halkın Ca-muşkıran Fırtınası dediği) "(ibrelin beşi" 18 nisan günü çıkan kar fırtınasında çok zorluk çekildi. Sel­çuklu kaynakları bu bölgeyi şöyle tanıtıyor. Kenan oğlu Nemrud'un sakin olduğu ve oradan kule ya­parak göklere çıkmak istediği memleket (Yani Uğuz efsanesinde de adı geçen Hanak kesimi) alına­rak harap edildi. Onun Doğu yanındaki memleketi de (Büyük Ardahan) alarak, burada bir mescit yaptıran Sultan, 1069'da (Mayıs ortasına yakın) IV. Bagrat'ın barış isteğini kabul edip onu tekrar ha­raca bağladıktan sonra, Gence üzerinden İran'a döndü.
 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İstanbul'un yanı başındaki İznik şehrini alarak Türkiye-Selçukluları Devletini kurdu. Kısa bir zaman sonra ihtilâller ile bunalan Bizans'ın içişlerine karışacak ve onlardan haraç alacak güce erişti. Bu sırada Araş ve Ardahan'ı da içine alan Kura boyları da yeni Türkmen göçleriyle doluyordu. Aynı dönemde, güçlenen Apkaz-Kartli Kralı II. Giorgi, Kars ile Meşe Ardahan'ı geri almıştı. 1080 yılında Sultan Melikşah, Danişmendli Emir Ahmet Başbuğluğu'nda bir orduyu buraya göndererek, bir yıldır işgal edilen Kars ve Meşe Ardahan'ı geri aldı. Apkaz-Kartli kaynağı "Kartlis-Çkhovrebd'da, Ardahan Sancağının bütününün fethedildiği Kol Zafe-ri'ni müteakip, bu yerlere Türkmen göçlerinin gelip yerleşmeleri şöyle anlatılıyor: "Bu sırada Anadoluya Turki-Koçevniki göçebeler ve sürülerimle yerleşmeye giden iki büyük emir, yollarını de­ğiştirip çekirge gibi ülkemize yayılıp, işgal ettiler. Savşet, Acara, Samshe (Ardahan, Posof, Ahıska, Ahılkelek ve Çıldır çevresi) hep Türkler'le doldu. Dağlara, mağaralara kaçan Hıristiyan ahali, giderek azaldı; kilise ve manastırlar sahipsiz kaldı."


I. Dünya Savaşına Osmanlı Devletinin katılmasından sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa Kafkaslara doğru büyük bir harekat başlattı. Amaç, Kafkaslarda kaybedilen toprakların alınması idi. Sarıkamış harekâtının başladığı günlerde Alman subayı Stange'nin kontrolündeki milis güçler Artvin, Ardahan ve Tiflis'i ele geçirmek için ileri harekâta geçtiler. 25 Aralık 1914'te Artvin üzerinden Yalnızçam ge­çidini geçen Türk ordusu, 29 Aralık günü Ardahan'a girdi. Ardahan'ın kendileri açısından öneminin farkında olan Ruslar, 3 Ocak günü hücuma geçti. Arda­han'da bulunan Türk milis kuvvetleri, daha fazla dayanamayacaklarını anlayınca şehri boşaltmak zo­runda kaldılar. Böylece Ardahan'ın hürriyet sevinci bir hafta sürmüş oldu. Durumu daha iyi anlayan Ruslar, Ardahan'daki kuvvetlerini üç kat arttırdılar. Osmanlı ordusunun Sarıkamış'tan harekete geçtiği haberi Ardahan'da yeni bir sevinç dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu. Harekât Allahuekber dağlarının Sarıkamış cihetinden başlamıştı. Dağ­ların kuzey yönü ise Ardahan ve Göle yaylasına bakıyordu. Harekâtın başarılı olması durumunda Ar­dahan kurtarılacaktı. 14 Ocak 1915 gecesi, Osmanlı ordusu harekâta başladı. Tarihe, "Sarıkamış Faci­ası" olarak geçen bu harekât esnasında, Osmanlı Ordusunun büyük bir bölümü soğuk ve açlıktan şehit oldu. Harekât başarısızlıkla sonuçlanınca, harekâtın ikinci ayağını oluşturan Göle-Merdinik ve Ardahan hattı iptal edildi. Enver Paşa, harekâtı durdurarak İstanbul'a döndü. Ardahan'ın bir haftalığına Türklerin eline geçişi, bütün Türkiye'de çok büyük sevinç yaratmıştır. İstanbul gazeteleri, olayı hemen okurlarına duyurmuş İstanbul ve İzmir'den Ardahan'a kutlama telg­rafları yağmıştır. Ayrıca Güneyden Antep, Maraş, Urfa ve Mardin'den de Ardahan'a kutlama mesajla­rı gönderilmiştir. Ardahan'a I. Dünya Savaşı sırasındaki kıtlık ve felâket günlerinde kardeş ellerden yardımlar yapıl­mıştır. "Baku Müslüman Cemiyet-i Hayriyesı' Ardahan ve ilçelerinde birer şube açmış, çok sayıda yetime el atmıştır. Yine Azerbaycan'da yardım amacıyla faaliyet gösteren "Kardaş Kömeği" de Ardahanlı fakir ve hastalara çok büyük yardımlar yapmışlardır. Bu dönemin Ardahan açısından dikkat çekici en önemli özelliği bölgeyle ilgisi olmayan Ermenile­rin Rus işgali sırasında bölgeye yerleşme ve etnik temizlik yapma faaliyetleridir. Ruslar, sürekli olarak Ermenilerin Ardahan ve Kars taraflarına yerleşmelerini teşvik ettiler. 1855'te yürürlüğe giren Rus Ara­zi Nizamnamesi hayata geçirildi. Toprak mülkiyeti kaldırıldı, arazi devletin malı oldu. Bu uygulama­dan amaçlanan, burada Türk ve Müslüman nüfusun hukukî dayanaklarını koparmaktı. Her türlü di­nî eğitim engellendi. Türk nüfus zorunlu olarak çalışmaya zorlandı. Amele sıfatıyla çalıştırılan Arda-hanlıların ücretleri ya ödenilmedi ya da hukuka aykırı gerekçelerle önemli ölçüde azaltıldı. Ardahan Türkleri'nin bu kara günlerde tek dostu Bakülü Kömekciler idi.


I. Dünya Savaşı esnasında Rusların kontrolünde bölgede etnik temizliğe girişen Ermeniler, Ana­dolu'daki ilk büyük kıyımlarını Ardahan ve çevresinde yaptılar. Çıldır, Göle, Hanak ve Ardahan köy­lerinde giriştikleri katliamlarda 150 Türk köyünü yağma ve talanla yerle bir ettiler. Çoğu kadın ve ço­cuk yaklaşık 20.000 Türkü katlettiler. Aşağıda kısa bir bölümü aktarılan ağıtlar 1915 Ardahan kırgını­nı anlatmaktadır: Brest-Litovsk antlaşması ile Ardahan'ın düşman işgalinden kurtuluşu istanbul'da büyük sevinçle karşılandı. Brest-Litovsk barışıyla ortaya çıkan Ardahan ve Kars'ın kurtuluş sevinci fazla uzun sürmedi. Birin­ci Dünya Savaşı'nda Osmanlı împaratorluğu'nun müttefikleri yenilip savaş dışı kalınca, Osmanlı Dev­leti de çok ağır hükümler taşıyan Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı. Mondros Müta­rekesine göre Osmanlı Devleti, Elviye-i Selase'yi boşaltmak zorundaydı. Büyük devletlerin gizli mak­sadı bölgede kendi himayelerinde bir Ermenistan devleti kurmaktı. I. Dünya Savaşı sonrası popüler olan Wilson Prensipleri'ne göre her millet yaşadığı yerde Self-Determinasyon hakkına sahipti. Yani nüfus olarak çoğunlukta oldukları yerlerde kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptiler. Büyük devlet­lerin himayesinde olan Ermeniler, bölgede aleyhlerine olan nüfus dengesini lehlerine çevirebilmek amacıyla katliamlara, yani bir etnik temizlik harekâtına giriştiler. Ayrıca Gürcülerin de Ardahan üze­rinde talepleri vardı. Ermeniler, Kars dahil bütün Güney Kafkasya'nın tarihî olarak Ermenistan hu­dutları içerisinde olduğunu iddia ediyorlardı. Gürcüler 20 Nisan 1919'da Ardahan'ı işgal ettiler. Göle'ye kadar ilerleyen Gürcüler bu sırada Ar­dahan'da konuşlanmış bulunan Millî Kuvvetler tarafından püskürtüldüler. Aynı anda harekete geçen eli kanlı Ermeni çeteleri, yörede binlerce silahsız ve savunmasız Türkü katlettiler.


"Şura" kelimesi Osmanlı Dünyasına yeniliklerden sonra girmiş bir kelimedir. Konuşmak ve karar vermek için toplanma anlamına gelmektedir. Mütareke sonrası Osmanlı Devleti'nin bölgede varlığı sona erdiğinden, büyük devletlerin himayesinde, bölgeyi Ermenistan'a dahil etme çabaları başladı. Bölgede ezici bir çoğunluğa sahip olan Türk-Müslüman halk, Wilson ilkeleri doğrultusunda oluşacak fiilî bir durumu engellemek amacıyla Kars, Batum, Ardahan, Oltu ve Doğubayezid'i içerisine alacak olan bağımsız bir Türk Devleti kurma çabalarının içerisine girdiler, işte Kars Millî islâm Şurası, Oltu islâm Şurası ile I. ve II. Ardahan Kongreleri, bu sürecin çok önemli parçalarıdır. Mütareke sonrası Kars'taki aydınlar bir araya gelerek Kars Milli İslâm Şurası'm teşkil ettiler. 5 Kasım 1918 ile 19 Nisan 1919 tarihleri arasında çalışmalarını sürdüren bu yerel hükümet, kısa da olsa millî varlığımızın orta­ya konması açısından önemlidir, ingilizlerin destekleyeceği bir Ermeni devletini oluşturacak gelişme­lerin önüne geçmek isteyen Kars ve Ardahanlı aydınlarca 5 Kasım 1918'de "Kars Millî İslâm Şurası Mer-kez-i Umumisi" teşekkül ettirildi. Daha sonra çalışmalarını hızlandıran şura 18 Ocak 1919'da "Cenub-i Garbi Kafim Hükümeti Muvakkata-i Milliyesf adını aldı. 19 Nisan'da ingilizler tarafından bu hüküme­te son verilerek kurucuları ve ileri gelenleri Malta'ya sürgüne yollandı. Kars'ta olduğu gibi Ardahan'da da Milli Kuruluşlar göze çarpmaktadır. "Ardahan Milli İslam Şura­sı" bir avuç vatansever aydının gayretleriyle kurulmuş ve Kars ile aynı paralelde hareket etmiştir. Kars'ın faaliyetlerine ingilizlerce son verilmesi üzerine Gürcüler de


Kongre kelimesi, batı kökenlidir. "Toplantı" anlamına gelmektedir. 1918 Mondros Mütareke-si'nden sonra istanbul ve vatanın birçok yerinde "hukuku" korumak amacıyla sık sık millî toplantılar yapılmıştır. 5 Kasım 1918'de Kars'ta îslâm Şurası meydana getirilmiş ve 14 Kasım 1918'de bir kongre toplanmıştı. Bunu Ahıska, Ahılkelek ve Ardahan kongreleri izledi. Ahıska ve Ahılkelek'in Gürcüler-ce işgalinden sonra Millî Kongre, Japonya'ya başvurarak tanınmak istedi. Batum'un İngilizlerce işga­linden sonra I. Ardahan Kongresi çalışmaları başladı. Böylece Türkiye'deki kongreler edebiyatında, Ardahan, öncelikli yerini almış oldu. Ardahan kongreleri daha sonra yapılacak olan Erzurum ve özel­likle Sivas Kongresi'ne önemli bir örnek teşkil etmiştir. Kurtuluşa, bağımsızlığa ve Cumhuriyete gi­den yolun temelini atmıştır. I. Ardahan Kongresi. 3-5 Ocak 1919'da toplanmıştır. Başkanlığını III. Tümen Komutanı Halit (Karsıalan) Bey yapmıştır. Halit Bey, Enver Paşa komutasındaki I. Kafkas Ordusu'nda bulunmuş de­ğerli bir komutandı. Kongredeki diğer üyeler ise şunlardı: Cafer (Erçıkan) Bey, Dr. Hakkı Cenap, Dr. Fuat Sabit, Dr. Abidin (Ağacıkolu), Filibeli Hilmi, Arif Bey, Rasim (Acar), Cafer Bey (Bu zat aslen Er­zurumlu olup eski Teşkilât-ı Mahsusa mensuplarındandı ve Ebulhindili Cafer diye tanınırdı. Özellik­le Ermenilerin korkulu rüyası idi.) Dr. Fuat Sabit, İttihatçıların Erzurum'daki kilit isimlerindendi. Arif Bey Orduda Baytarlıkta bulun­muş bir yarbaydı. Ardahan Kaymakamı Rasim (Acar) Bey, ise yörede köklü bir aile olan Hamşioğul-larına mensuptu. Kongre, Rasim Bey'in konağında toplandı. Bu konak, bugün Ardahan İl Sağlık Müdürlüğü olarak hizmet vermektedir. Kongreye katılan üyeler tecrübeli kimselerdi. Ardahan ve çevresinde meydana gelecek oldu bitti-lere karşı kesinlikle direnme kararında olan kimselerdi. I. Ardahan Kongresi 3-5 Aralık 1919 günleri arasında devam etti ve Kongrede şu önemli karalar alındı: 1. Mondros'ta dikte ettirilen kararlara uyulmamalıdır. 2. Eldeki silâhlar teslim edilmeyecektir. Hatta yeni bir mücadele için her çare denenerek yeniden
ları düşman kontrolüne bırakılmamalıdır. Zafere ulaşıncaya kadar yılgınlık gösterilmemelidir. Her­kesin uyum içerisinde çalışması gerekmektedir Ardahan bir süre sonra I. Kongrede alınan karar gereği II. Kongreye ev sahipliği yapmaya hazır­lanmaya başladı. 7-9 Ocak 1919'da daha geniş bir katılımla II. Ardahan Kongresi toplandı. İlk Kong­reye katılanların yanında Ahıska, Çıldır, Oltu, Kars, Ahılkelek, Kağızman ile Şüregel'den gelen davet­li delegeler, bu tarih öncesinde hazır bulundular. Kongrenin reisi yine Halit Beydir. II. Ardahan Kongresi'ne katılan birçok önemli davetlinin başında Şura Hükümeti Cumhurbaşkanı Cihangirzade İbrahim Bey gelmektedir. II. Ardahan Kongresi çalışmaları, ilkine göre daha kapsamlı idi. İngiliz ve Ermeni tehdidinin baş­lamak üzere olduğu bir sırada Doğuda başka bir deyişle Elviye-i Selase'de çıkan en cesur ses olma özelliğine sahiptir. Bu Kongrede alınan karalar ise şunlardır: 1. Güneybatı Geçici Millî Kafkas Hükümeti kurulmalıdır. Bunun için Millî Şura temsilcilerinin se­
neybatı Kafkasya Hükümeti'ne her türlü önderlik Halit Bey tarafından yapılacaktır. 4.Vakit kaybetmeden Milli Şura Hükümeti ile temas ile temas kurulmalıdır.Bu bölgelerden gelecek temsilciler ile II. Ardahan Kongresi toplanmalıdır. I. ve II. Ardahan Kongreleri, Doğu Anadolu Kongreler grubu içerisinde yer almaktadır. Burada ve sonra Kars'taki toplantı son derece önemlidir. Bir müddet sonra da Erzurum'da önce vilâyet ve son­ra da Mustafa Kemal Paşa'nın katıldığı büyük kongre toplanacaktır. Böylece, Ardahan'da başlatılan Hukuk savaşı bütün doğuyu içine alacaktır. Gürcüler yukarıda da belirtildiği gibi Ardahan istikametinde ilerleyerek 20 Nisan 1919'da Arda­han'ı işgal ettiler. Kongre sonrasında oluşan Şurayı da dağıttılar. Ayrıca Gürcüler Ardahan civarında­ki Seyduran ve Dikan köyleriyle, Göle'deki Arpaşen köyünü tahrip ettiler. Ardahan ve havalisinde 1000 kadar insanı katlettiler. Bu olaylar olduğu sırada İngilizler Kars'a girerek 13 Nisan 1919'da Millî Şura Hükümeti'ne son verdiler. İngilizlerin delaletiyle Gürcü ordusu Kura ırmağının sol tarafını işgal ederken, şehrin sağ yakada kalan kesimi de Ermenilere verildi. Yöre halkı Ermeni ve Gürcülerin arasında kalmıştı.





Ardahan, uzun zamandan beri beklediği kurtuluş ve şanlı bayrağı­mıza kavuşma hülyasını 23 Şubat 1321 günü gerçekleştirdi. Gürcü bir­liklerinin şehri boşaltmasının ardın­dan, öğleden sonra Yüzbaşı Osman Bey'in komutasındaki Türk birlikleri şehre girdi. Halkın içten karşılaması, Allah'a yapılan şükürler, kesilen kurbanlar çok güzel bir havayı aksettiriyordu. Ardahan'a Türk Bayrağı çekildi. TBMM, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Pa­şa'ya bir teşekkür telgrafı çekti. Fevzi Paşa da Kazım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "Ardahan ve Artvin 'i kurtaran Şark Ordumuzun kahraman komutanlarım ve askerlerini tebrik ederim" diyordu.24 Şubat 1921'de Ardahan Livası adına Hamşioğlu Celal ve İsa, ileri gelenlerden Mehmet Ali ve Karaman imzalarını taşıyan bir telgraf Kâzım Paşa'ya teşekkür olarak gönderildi. Aynı mealde bir telg­raf da TBMM'ne gönderildi.

ARDAHAN'IN KAZA HALİNE GETİRİLİŞİ 1926'ya kadar vilâyet statüsünde bulunan Ardahan 30 Mayıs 1926 tarih ve 877 sayılı kanun ile ka­za haline dönüştürüldü. Bu karar 26 Haziran 1926 tarih ve 404 numaralı Resmî Ceride'de ilan edil­miştir. 877 numaralı kanun "Teşkilat-ı Mülkiye" kanunu adını taşımaktadır. Bu kanunun Ardahan'ı il­gilendiren 1 numaralı cetveli şöyledir. "İsimleri belirtilen 1 numaralı cetvelde yazılı olan Üsküdar, Beyoğlu, Ardahan, Çatalca, Gelibolu, Genç, Er­gani, Siverek, Kozan, Muş ve Dersim kazaya çevrilmiştir." ARDAHAN'IN İL OLMASI (1992) Ardahan, yarım yüzyıldan fazla, tam 66 yıl Kars iline bağlı bir ilçe olarak yer aldı. 27 Mayıs 1992 ta­rih ve 3806 sayılı kanun ile tekrar 1921'deki gibi bir İl haline getirildi. Ardahan'ın Bakanlar Kurulu Kararıyla il yapıldığı 3806 sayılı kanunun 1. Maddesi şöyledir: Madde 1- Kars iline bağlı Ardahan ilçe merkezi olmak ve ekli (13) sayılı listede adları yazılı ilçe, bucak, kasaba ve köyler bağlanmak suretiyle Ardahan adı ile "İL" kurulmuştur


Ardahan 1921'de Mutasarrıflık haline getirildiği için Kars gibi TBMM'de Milletvekilleri ile temsil hakkına sahip oldu. iki yasama dönemi için şu Milletvekillerini seçmiş ve TBMM'ne göndermiştir: I. Dönemde Ardahan'ı temsil edenler, Hilmi Bey ve Os­man Server Bey'dir. Hilmi Bey 1885 yılında Şavşat'ta doğdu. Filibeli Mustafa Efendi'nin oğludur. Harbiye'den mezun oldu. İttihat ve Terakki'de aktif bir rol üstlendi. I. Yasama döneminin ikinci milletvekili Osman Server Bey, tarihî Atabekler ailesindendir. 1886 Ahıska doğumludur. Yüksek tahsil için Avru­pa'ya gitti. Almanya'da ziraat, maden ve kadastro mühendisliği, Petersburg'da hukuk tahsili gördü. Millî islam Şurası ve Güneybatı Kafkas Hükümetlerinin kuruluşlarında aktif roller aldı. 1921 seçimlerinde Ar­dahan'ı temsilen Ankara'ya gitme hakkı kazandı. 1923'den sonra mühendis olarak özel kurumlarda bu­lundu. Atabek soyadını aldı. 1962 yılında İzmir'de geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti. 1923'deki II. Dönemde Ardahan üç Milletvekili ile Meclis'te temsil edildi. Milletvekillerinin hepsi asker kökenli idiler. Bu milletvekilleri Halit, Talat ve Tahsin Beylerdir. Halit Paşa Kars ve Ardahan'ı kurtaran ordunun komutanı olan Halit Paşa'dır. Daha sonra Karsı-alan soyadını almıştır. 1925'te TBMM'de vuruldu ve vefat etti. Talat Bey 1922 yılında Ardahan Mutasarnflığı'na tayin edilmiş ve ertesi yıl Ardahan'dan Milletve­kili seçilmiştir. Sönmez soyadını alan Talat Bey 1950'de vefat etmiştir. Tahsin Bey, I. Dünya savaşında Rus istilâsına kadar Erzurum Valiliği'nde bulundu. 1923 seçimle­rinde Ardahan'dan Meclis'e girdi. Atatürk tarafından kendisine Üzer soyadı verilmiştir. Ardahan, tekrar ilçe haline getirilince milletvekili olarak Meclis'te temsil edilmesi sona erdi.







Şehirde kadın erkek bu buyruğa uyarmış. Bir gün akşamın karanlığı basmışken çeşmeden su doldurmakta olan bir kıza yedi yıldır gurbette olan ağabeyin geldiğini müjdelemişler. Dokuz burma musluklu çeşmenin bir musluğundan su dolduran kız, sevindiğinden evine koşup giderken burmayı kapatmayı unutmuş. O gece karanlığında çukur yerlerdeki evleri su basarken artık dokuz burmalı çeşmenin yeri de belli olmaz hale gelmiş. Evi biraz yüksekte olanlar işin farkına varınca çoluk çocuğun elinden tutarak hiçbir eşya almadan yokuş yukarı kaçmışlar. Ertesi gün şehirden ancak kilisenin kümbeti görülürken akşama kadar onlarda sular altında kalmış. Şehirden sağ kurtulup kaçanlar Akçakala adasına gelmişler. Çıldır Gölü işte dibindeki o dokuz burmalı çeşmenin suyundan ortaya çıkmıştır. Eğer (güneydeki) Taşbaşından bu gölün ayağı Zarşat’a doğru akmasaydı Akçakala adası ile öteki köyleri su basardı.